İntörnlük eğitimi mi? Geçelim onu, daha önemli (!) işlerimiz var

Mutlu olmadan yapılan bir işe nasıl değer katamazsınız, sadece teknisyenliğini yaparsınız. Saatlerce vida sıkmaktan ibaret bir görevi yerine getiren bir işçi, yaptığı işe nasıl yabancılaştırılmışsa, siz de bir hekim olarak hekimliğe yabancılaşırsınız.

Yaklaşık 3 yıl önce Türkiye'de yapılan ve 2078 intörn hekimin katıldığı anket çalışmasına göre, intörnlerin sadece %18,2'sinin hayatlarından memnun olduğunu, % 87,3'ünün memnuniyetsizliğin büyük oranda tıp eğitimi ile ilgili olduğunu düşündüğünü biliyor muydunuz?

Arka planı çok güçlü olan, yüzyıllardır “kutsallık” atfedilen bir sanatın, tıbbın öğrenimini nasıl bu kadar sıkıcılıkla ve mutsuzlukla bezeyebildik?

Sağlığın korunmasında ve hastalıklarda patofizyolojik süreçlerin kendisi bu kadar ilgi çekiciyken, bütün bir süreci;

  • Birbiriyle alakasız,
  • Sıkıcı,
  • Birbirinden bağımsız meydana gelen,
  • Ezberlenerek öğrenilen,
  • Neyin neden olduğu anlaşılmadan geçilen,
  • Bağlantıların yok sayıldığı,
  • Anlamın kaybolup teknisyenliğin hâkim olduğu bir noktaya nasıl geldik?

Neyse, bunu geçelim.

Aynı çalışmanın verilerinden devam edelim.

İntörn hekimlere verdiğimiz sorumlulukların arasında neler var? Barkod basma, hasta ve malzeme taşıma, tıbbi sekreterlik, dosya hazırlama, EKG ve NST çekme, tansiyon ölçme, kan şekeri bakma.

Evet, hiçbiri gereksiz değil. Hepsi yapılmalı, öğrenilmeli. Ama iş yükünün %90’ını bunlar oluşturuyorsa sizce de bir sorun yok mu?

En geç bir yıl sonra etkin şekilde mesleğe başlayacak olan intörn hekimlere sadece öykü ve fizik muayenede kayda değer sorumluluk veriyoruz.

intörnlük eğitimi

Bu kadar alt düzeyde verdiğimiz sorumlulukla onların gelişmesini beklemek saflık olmaz mı?

Haziran ayında, gözetim altında tanı ve tedavi gerçekleştirmesine izin vermediğimiz intörn hekimlerimiz Eylül ayında mesleğe başlıyor ve hiçbir gözetim olmadan tek başlarına tanı ve tedavi gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Oysa, olması gereken, Haziran ayında bunu yapabildiklerinin kanıtlanıp (yeterliliğe dayalı tıp eğitimi), ondan sonra mezun olmaları ve intörnlük döneminde sorumluluk verildiği için gerçekleştirdikleri görevleri mesleğe başladıklarında kolayca uygulayabilmeleriydi.

Bunu da geçelim.

Sorumluluk veriyorsunuz diyelim.

Yetmez.

Bu sorumlulukların rastgele ve fırsatlara dayalı değil, standardize bir şekilde verilmesi gerekir.

İntörn hekimlerin bölümlerde tuttukları nöbet sayılarına bakıldığında, az intörn olduğunda kişilere fazla, intörn sayısı fazla olduğunda ise az nöbet yazılması, bu anlamda standardizasyonun sağlanmadığını göstermekte.

Sizce şu mantıklı mı? Yeni mezun bir hekim, kuş uçmaz kervan geçmez bir ilçeye atanıyor ve görev yaptığı yerde karşısına doğum eylemi başlamış bir gebe getiriliyor. Sevk imkânı yok. Bu hekim, intörn grubunun kalabalığından dolayı Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümünde az nöbet tutmuş. Tuttuğu nöbetlerde ise hiç normal doğum denk gelmemiş. Mezun olup gittiği yerde hastaya, “Benim intörn grubum kalabalıktı, o yüzden normal doğum görmedim, size yardımcı olamayacağım.” diyebilir mi?

Buradan anlıyoruz ki, tıp eğitimi “Şu kadar süre bu bölümde, şu kadar süre de şu bölümde zaman geçir, tamam.” şeklinde değil, süreden bağımsız olarak “şu yeterliliklere sahip ol, tamam” şeklinde olmalı. Yeterliliklerin kazanılıp kazanılmadığı tespit edilerek mezuniyet kararı verilmeli. Süreye dayalı değil, yeterliliğe dayalı bir anlayış hâkim olmalı.

Bunu da geçelim.

Bir başka sorun: Tıp eğitimimiz gerçek meslekî hayattan kopuk.

Böyle olunca da intörnlerin; %75,6’sı intörnlükteki teorik eğitimlerinin mesleki hayatlarına herhangi bir katkı sağlamadığını, sadece % 49,1'i pratik eğitimlerin hekimlik hayatına hazırlamada katkısının olduğunu düşünüyor.

Neden?

Çünkü öğrencilerimiz, hayatlarında belki de hiçbir zaman görmeyecekleri karmaşıklıktaki üçüncü basamak hastaları üzerinden eğitim alıyor. Atanıp mesleğe başladıklarında ise basit idrar yolu enfeksiyonunu tedavi edemiyor. Çünkü çok “basit” olduğu için hiç öyle bir hastaya denk gelmediler. Bilmiyorsan, basit bile zordur.

Bunu da geçelim.

İntörn hekimlerimizin hep dert yandığı bir konu vardır: Görev tanımımız belli değil, hangi işleri yapmamız gerektiği resmi olarak belirlenmemiş.

Evet, önceden öyleydi ve iyi ki itiraz ettiniz, birçok üniversitede bu sayede görev tanımı yapıldı.

Ama ne oldu?

İntörnlerimizin (ve yönergeyi tanıtması gereken yöneticilerin) de kendilerini sorgulamaları gerekiyor: İntörn hekimlerin % 77,5’i, intörn doktor yönergesi hakkında bilgi sahibi olmadığını ifade ediyor.

En azından dürüst oldukları için takdir edebiliriz.

Çalışmada belki de en iç burkan sonuç şu:

İntörnlerin % 63,7’si kurumlarında intörnlük eğitimi sırasında intörn hekimlerin düşüncelerinin değerlendirildiği bir geri bildirim sistemi olmadığını ifade ediyor.

Bir kurumda geri bildirim alınmıyorsa veya geri bildirimler ciddiyetle değerlendirilmiyorsa, gelişim meydana gelmez.

Bütün bu verileri YÖK'ün 2018'de düzenlediği "Tıp Eğitiminde İntörnlük Çalıştayı"ndan aldım: https://www.yok.gov.tr/Documents/Yayinlar/Yayinlarimiz/Tip_egitiminde_intornluk_calistayi.pdf

Değişim şart.

Bu çalıştayda sorunlar çok net bir şekilde sayılıp dökülmüş. Yani herkes durumun farkında.

Peki ya değişim yönünde atılan adımlar?

İş oraya gelince herkes “Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey” diyor sanki. Kim uğraşacak bu kadar öğrencinin eğitimiyle değil mi? Eğitim kendi kendine devam ediyor işte, biz neden zamanımızı eğitim gibi bir işe harcayalım ki?

Eh, bunu da geçelim öyleyse…

Geçen geçmiş zaten.

Tıp eğitimi alanından bilgiler için takip etmeniz önerilir: https://twitter.com/tipegitim

 

 

Kâmil Vâsık Yûzey

Etiketler
İntörnlük eğitimi
eğitim