Osmanlı'dan Cumhuriyete Sağlığın dönüşümü ve Refik Saydam'ın katkıları

Osmanlı Tıbbı, Tanzimat öncesinde doğulu bir vasıf taşımaktadır. Merkez ve taşra sağlık sistemi Anadolu Selçukluları’nın bıraktığı gibidir.  Sağlık hizmetleri daha çok ordu merkezlidir ve öncelikle orduya verilmektedir. Kimsesizler ve düşkünler için kurulu vakıf hastaneleri olsa da, örgün bir sağlık teşkilatı yoktur. Topluma yönelik sağlık hizmetleri ve koruyucu hekimlik önlemleri 19. yüzyıla kadar devletin görevleri arasında sayılmamıştır. Bu açıdan devlet, emsal ülkelerden oldukça geri durumdadır. Bu durum reformist padişah III. Selim tarafından modern bir tıp okulunun kurulması çabasıyla değişmeye başlamıştır. Takipçisi II. Mahmut tarafından kurulan ilk askeri mühendislik ve askeri tıp okulu, gerçekten de yetiştireceği öğrencilerin gelecekte oynayacakları roller nedeniyle imparatorluğun kaderini değiştirecektir. Bu dönemde yabancı gezginlerin hatıratlarında, ülkedeki sosyal yapıya dair oldukça piktoresk tasvirler vardır; anlaşıldığı kadarıyla Anadolu da yerleşim yerlerinde genel olarak temiz içme suyu, kanalizasyon ve yaz kış kullanılabilen yol yoktur. Biri hastalandığında eğer yol ve iz biliyorsa genelde askeri garnizonlarda bulunan doktora başvurması gerekir. Doktor sayısı çok az olduğundan, açığı kapatmak için yabancı ülkelerden askeri cerrah kiralanmaktadır. Kırım Savaşı sırasında Anadolu’yu dolaşan bir İngiliz gezgin, hastalanınca, Van kalesinde Macar askeri cerraha muayene olduğundan bahsetmektedir (F. Burnaby, At Sırtında Anadolu). Sağlık alanında hala merkezi bir örgüt ve taşra teşkilatları yoktur. Az sayıda askeri hastane olduğu anlaşılıyor ancak bunların bazıları savaşlara göre kurulan geçici hastanelerdi. Düzenli bir örgütlenme çatısı altında değillerdi. Kırım Savaşı ile ilgili olarak yabancı kaynaklara baktığımızda (Bizde neredeyse hiç belge, bilgi yok) Fransız, Rus, İngiliz ordularındaki yaralı, ölü askerler hakkında bilgi verilirken, Osmanlı ordusu kısımları boş bırakılmıştır. En temel konuda bile istatistik yoktu. Mezun olan az sayıdaki doktor, yeni kurulan belediyeler çatısında tüm sağlık hizmetlerini yürütmekle görevlendirilmişlerdir. Tanzimattan sonra Gureba isimli hastaneler açılmaya başlanmış, II. Abdülhamit döneminde Hamidiye hastaneleri bunlara eklenmiştir. Az sayıda Fransız, Rum ve Yahudi hastaneleri oluşturulmuştur. Ancak bunun yetmeyeceği, önce Kırım sonra Türk-Yunan Savaşı ve daha sonra da Balkan Savaşı’ndaki feci yenilgiler ve muazzam kayba yol açan salgın hastalıklar sayesinde anlaşılmış ve 1913 de sağlık müdürlükleri kurulmuştur. 

Refik Saydam 1881’de İstanbul’da doğdu. Askeri Tıbbiye den 1905 de yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. Birçok askeri birlikte ve kurumda hekim olarak çalıştı. Bir sınavı kazanarak Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın emriyle Almanya’ya gönderildi. Burada askeri tıp alanında eğitim gördü, bazı alman birliklerinde çalıştı. Brandenburg, Danzig, Spandau ve Berlin’deki Charite hastanesinde çalıştı. Balkan Harbi’nin başlaması üzerine yurda döndü ve askeri birliklerdeki salgın hastalık sorunu üzerinde çalışmaya başladı. Ordu hekimi olarak aslında imparatorluğun dağılmasının başlangıcı olan bu savaştaki aksaklıkları, emir-komuta düzeninin bozulmasını, askeri tıp organizasyon sorunlarını ve felaketleri yerinde gördü. Kolera ile mücadelede büyük faydaları oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda sıhhiye umum müfettiş yardımcısı olarak çalıştı. Savaş sırasında Bakteriyoloji Enstitüsü’nü örgütlemek için çalıştı. Hasankale’de çalışırken tifüs üzerine çalıştı ve tifüs için bir aşı geliştirdi. Bu başarısı dünya tıp literatürüne geçti ve birçok askerin hayatını kurtardı. Samsun’a giden heyette Mustafa Kemal’in yakın çevresinde O da vardı. Bu olaydan sonra bir daha Mustafa Kemal’in yanından ayrılmadı. Sivas Kongresi sırasında iç ve dış baskılar Mustafa Kemal’i bunaltmıştı. Çok sinirli ve düşünceliydi. Refik Saydam, genç yaşta çok şey görmüş bir askeri doktor olarak her zaman yanındaydı ve cesaret veriyordu. Birgün Mustafa Kemal’i çok rahatlatan şu sözleri söyledi: “ Paşam, bir mücadelenin içindeyiz. Belki muvaffak olacağız belki olmayacağız. Fakat netice ne olursa olsun, Reşit paşa’ya verdiğiniz -Herhangi bir yabancı devletin buyruğuna girmeyi kabul edecek kişiliklerden değilim. Benim için en büyük korunma noktası ve sığınma yeri milletimin sinesidir.- cümlesi dahi, başlı başına Türk milletine armağan kalacak bir ders ve milli bir vecize olmak değerindedir. Herşeyi ve hertürlü kararı, Heyet-i Milliye’nin müzakere ve direktifine bağlamış bulunarak hareket etmeniz de muhakkak ki en büyük kuvvet kaynağı oluyor.  Şahsınız etrafındaki güveni artırıyor.” Saydam soyadı kendisine dürüstlüğü nedeniyle bizzat Mustafa Kemal tarafından verildi. Son dönemlerinde içişleri bakanlığı ve başbakanlık yaptı. 1942’de öldü.

Kurtuluş Savaşı yıllarında TBMM’nin kurulması sonrası ülkede sağlık hizmeti örgütlenmesi ve sunulması için Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti kurulmuştur. Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede 86 hastane bulunmaktadır. Bunlardan üçü bakanlığa, altısı belediyelere, 45‘i İl özel idarelerine, 32’si yabancı azınlıklara aitti. Cumhuriyet’in ilk onbeş yılında üretilen hizmetlerin en önemlileri; ihtiyaç duyulan kanun ve nizamnamelerin çıkarılması, Merkez Hıfzıssıhha Müesssesesi ve Okulu’nun kurulması, Tıbbi içtimai yardım işlerinin organizasyonu, İstanbul Ankara Erzurum Diyarbakır Sivas da beş Numune Hastanesi’nin açılması,  İstanbul Manisa Elazığ’da üç Akıl Hastanesi’nin açılması, İstanbul ve İzmir’de iki adet Bulaşıcı ve Salgın Hastalık Hastanesi kurulması, Yataklı Tedavi Evleri, Muayene Evleri, Doğum ve Çocuk Bakımevleri’nin açılması, verem senatoryumları açılması, sağlık teşkilatını köye kadar götürmek, doktor sayısının artırılması, sıtma, trahom ve frengi ile doğrudan mücadele eden teşkilatların kurulmasıdır. 1925’de Kızılay’ın başına geldi ve onu eldeki imkanlar ölçüsünde mükemmel bir hale getirdi. Ondört yıl başkanlığını yaptı. Atlı doktor sistemini kurarak, gerçekten de sağlık hizmetlerini köylünün ayağına getirdi. Yurtdışından sahasında uzman kişilerin ülkemize gelmesinde önayak oldu. Önceden, Anadolu’da sağlık açısından halkın durumu nedir, tedavi gereksinimi nasıl karşılanıyor, halkın bilgi düzeyi ne, bölgelere göre başlıca sağlık sorunları nedir gibi temel konular hakkında hiçbir bilgi yoktu. Bu konuda Prof. Dr. Albert Eckstein’ı görevlendirdi. Eckstein Anadolu’da çalışmalar yaparak çok önemli bir envanter hazırladı. Sağlık hizmetleri örgütlenmesinde bu ve benzeri envanterler sonraki dönemlerde çok yararlı oldu. Saydam, asla umutsuzluğa kapılmayan, bilimsel yöntemleri kendisine rehber edinen bir kişiliğe sahipti. Bunu çıkardığı kanunlar dahil tüm eserlerinde görebiliriz.

Refik Saydam, 1921’de Sağlık Bakanı olmuş ve 1937’ye kadar bu görevi sürdürmüştür. Sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ve yurda yayılmasını sağlamış, olağanüstü başarısıyla tarihe geçmiştir. Tıp fakültesindeki halk sağlığı derslerimizde rahmetli Prof. Dr. Rahmi Dirican, Onun başarılarını övdükten sonra eksik yönlerinden de bahsederdi. Ebe ve hemşire yetiştirilmesini ihmal ettiği vurgusu yapardı. Bazılarına göre askeri doktor olan ve bayanlarla çalışmaya alışık olmayan Refik Saydam bu nedenle bu noktaya gereken önemi vermemiştir. Ama olayları tarihi dokusu içinde değerlendirmek yararlı ve gereklidir. Muazzam imkansızlıklar içindeki bir ülkede bakanlıkların bile henüz binaları olmadığı düşünülürse, bu kusur yaptığı olağanüstü işler yanında görmezden gelinebilir. Onun en önemli başarılarından biri, etkileri günümüzde de süren kanunlar yapmasıdır. Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun, en önemlilerindendir ve günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde yapılan kanunlardaki Türkçe ve ifade zaafiyeti dikkate alınırsa Refik Saydam’ın önemi daha iyi anlaşılır.

Koruyucu sağlık hizmetlerine büyük katkısı olan Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi, koruyucu hekimlikte dünya çapında başarı göstermiştir. Kuruluşundan bir yıl sonra üretilen aşı ve serum ülke ihtiyacını karşılamaya yetmiştir. Şu sözler, O’nun şiarıydı: “Hekim, hastalığın yok edilmesinde oynadığı rolden çok, sağlıklı olanların bu hallerini koruması için çaba gösterecektir.” Hıfzıssıhha’da aşı üretmesi çok büyük bir başarıydı. Türkiye bu sayede 1980’e kadar dışarıdan aşı almadı. Bu tarihten sonra ise malum nedenlerle tüm kazanımlar bir bir yok edildi. Hıfzıssıhha Enstitüsü işlevsiz hale getirildi. Herşey dışarıdan ithal edilir oldu. Saydam’ın koruyucu sağlık hizmeti çalışmaları, ülkemiz tarihinde sağlık alanındaki en cesur ve yayarlı program olan ve 1960 larda başlayan “sosyalizasyonu” mümkün kılmıştır. Tabii ki sosyalizasyon, iç ve dış çıkar gruplarınca hemen yıpratılmış; yine de etkileri 90’ların sonlarına kadar devam etmiştir. Özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan bölgelerde halkın sağlık ihtiyacı, tanı ve tedaviyi içerecek şekilde, tamamen ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanmıştır.

Prof. Dr. Okan BÖLÜKBAŞI