Türkiye’nin İnsan Hazinesini Kaybetmek

Aklımda uzun süredir olan bu yazıyı kurgularken havalimanında uçuşu bekliyordum. Önümden geçen havalı şapkalı pilotları görünce birazdan bineceğim uçakta yüzlerce kişiyi nasıl yüzlerce kilometre uzağa taşıyacaklarını düşünmeye başladım. Bu büyüleyici gelen işi yapmak için kim bilir kaç yıl eğitim almışlardı. Çalıştığım kurum sebebiyle uçuş muayenesine gelen askeri pilotlar girdi o büyüleyici kareye. Aynı işi daha küçük boyutlu ama daha tehlikeli şartlarda yapan bu kişiler hem bir sürü eğitime tabi oluyor hem de bedenlerini koruma görevleri vardı.

İnternette bir muhabbet vardır; bir jet uçağı kaza yapacaksa pilot kendini fırlatır, çünkü insan canı olması yanında pilot uçaktan daha pahalıdır diye. İlk başta bana da gerçekçi gelmemişti ki kısa bir araştırma ile yanlış olduğunu teyit etmiş oldum. Bir F-16 savaş jetinin ortalama fiyatı 65 milyon dolar, o jeti uçuran pilotun toplam maliyeti 5,6 milyon dolar civarında. Bu sayılar jet modeli geliştikçe artıyor ama oran çok da değişmiyor.

Tehlike anında fırlatacağımız pilotumuza dönelim. Kendisi kazadan sağ çıkacak ve uçak parçalara ayrılacak. Devlet sadece mali açıdan bakarsa kendisinin 10 katından pahalı bir aygıtın hurdaya çıktığını görür belki normalde. Ama birçok ordu için pilotun kaybı mali açıdan daha büyük bir kabus. Çünkü kimsenin burada ekonomik bir değişken olarak aklına gelmeyen şeyler var: zaman ve emek…

Bir pilotun eğitimi 5-10 yıl arası sürerken tüm fabrika seferber olduğunda 1 ayda 30 tane savaş jeti üretebiliyorsunuz!

 

Milyon Dolarlık Makine

2 sene önce intörnlük yaparken gastroenteroloji alan bir arkadaşım “abi elime FibroScan probu verdiler, milyon dolarlık makineyi kullandım çok güzeldi” demişti. Endokrin stajında olan bana böyle bir cihazı kimse vermemişti. Sağ olsunlar yine çok güzel bir stajdı, fakat biraz daha maliyeti düşüktü herhalde. Şeker ölçüm çubukları da kan şekeri takibi de milyon dolarlık işler değildi sonuçta. Fakat diyabet hastalığı konusunda Avrupa’daki klinikler arasında ödül almış bir merkezde çalışmak teorik eksiği bol olan bana bile çok şey katmıştı.

Merak edip FibroScan aygıtlarına baktım, AliExpress’te onlarcasını satıyorlardı. Demek ki bu teknoloji bulununca yeniden üretimi de artık yaygınlaşabiliyor. Bir de Türkiye’deki 2 sene önceki gastroenterelog sayısına baktığımda 906 kişi olduğunu gördüm. Onları da Trendyol’dan söylemek mümkün değil galiba. Çünkü üretim süreci orada biraz karmaşıklaşıyor.

12 yıl temel eğitim üstüne 6 sene tıp fakültesi, TUS süreci, 4 sene dahiliye uzmanlık eğitimi, yan dal uzmanlık sınavı süreci ve 2 sene yan dal uzmanlık eğitimi derken bir gastroentereloğu 24 senede üretmiş olduk. Temel eğitim üstüne tam 12 yıl. İhtiyacınız olursa şimdiden sipariş vermeniz iyi olacaktır, ancak yetişir çünkü.

 

Sermayemiz İnsan

Bu söz sadece insancıl türkülerimizde söylenen bir kavram değil, ekonomi açısından da anlam taşıyor. Yukarıda bir gastroentereloğu okutup büyütüp mezun etmiştik. O mezuniyet sürecinde özellikle tıp fakültesi ve sonrasına odaklanacağız.

GATA’da yapılan bir araştırmaya göre 2009-2010 eğitim-öğretim yılında tıp fakültesi 6 yıllık eğitim-öğretim maliyeti toplam 197.688,62 TL olarak hesaplanmış. Daha güncel verilere ulaşma şansımız olmadı ama bu sayının 10 yılda yükseldiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

ABD’de verilen eğitime dair güncel verilere bakılınca bir hekimin eğitimi için ortalama 385,029 dolar harcandığını görüyoruz. Az önce mezun ettiğimiz gastroenteroloğun dahiliye asistanlığı dahil yan dal uzmanı olana kadarki eğitimi de ortalama 1,100,496 dolar tutuyor. Toplamda 1,485,525 dolar ile bir uzman yetiştirip onunla neredeyse aynı fiyatlı FibroScan cihazını güle güle kullandırabiliriz artık.

Cerrahi dallara geldiğimizde maliyet çok daha yüksek sayılara ulaşıyor. Genel cerrah için 1,500,333 dolar; beyin-sinir cerrahı için 1,867,165 dolar harcamanız gerekiyor. Ameliyat yaparken elbette ki onlar da pahalı oyuncaklar kullanıyorlardır. Ama en az 5 sene süre eğitimlerini düşününce bir çok aygıttan daha uzun sürede ve emekle üretildikleri kesin.

 

Hadi İnsanı Düşünmüyoruz

Bu kadar para hesabı ile uğraşmamızın sebebi insanın yaşamını gör ardı etmemizden ötürü değil, bir yanlış anlaşılma olmasın. Son yazılarda biraz bu tarza girdik farkındayız. Fakat liberal olan düzene yine anladığı dilden yaklaşıyoruz.

Geçtiğimiz haftalarda birçok meslektaşımıza olan saldırıları konuştuk. Bizim maalesef ki artık çok gördüğümüz dediğimiz olaylar olsa da bir tanesi ön plana çıkmıştı. Ameliyat ettiği hastası tarafından bıçaklı saldırıya uğrayarak elinden yaralanan Ortopedi Asistanı Dr. Ertan İskender ile attı kalbimiz. O çalışma arkadaşları tarafından ameliyata alınınca yakınımızı bekler gibi bekledik sonucu. Post-op sürece girdiği zaman dillendirilen bir daha ameliyat yapamayabileceği olasılığı hepimizi korkuttu.

Her şey çok ani oldu, meslektaşımız hem fiziksel hem psikolojik bir travma ile karşılaştı. Bu haberi alan tüm meslektaşları psikolojik travmaya uğradı. Yaşanan bu süreçte bir süre insan olduğumuzu unutalım ve mekanik hesaplara girelim. Tüm bunlar yaşanmamış gibi soğuk hesap yapalım…

Bu saldırgan devletin yetiştirmek için milyonları harcadığı bir yatırımını, bir daha kullanılamayacak hale getirdi. Devletin bu duruma engel olup en azından “yatırımını koruması” gerekmez mi?

 

Kokpitten Fırlama Hakkı

Yukarıda bir pilotumuzu kokpitten fırlatmıştık. Hadi hayal kuralım, kullandığı jet ile it dalaşına girmiş diyelim. Tam sıkıştığı noktada can güvenliğini sağlamak için jetten kendini ayırıp paraşüt ile güvenli bir iniş yapma ve bağlı olduğu ordu tarafından kurtarma operasyonu başlatılacağı garantisini verdik kendisine. Tabi ki yaptığı işin doğası bunu tam başaramayabiliriz, canı yine tehlikede. Ama en azından arkasında onu koruyacak birini bilerek o uçağı kaldırdığını söyleyebiliriz. Yoksa kim o maskeyi takar, o kumandayı eline alarak uçar?

Türk sağlık çalışanlarının şu an yaptığı aslında güvencesi olmayan savaş pilotu usulü ama mesleğinin doğasından çok uzak bir şekilde can güvenliği tehlikesi ile çalışmaktır. Pilotları da cerrah meslektaşlarımı da gerçekten en ağır ve en yoğun eğitimin sonuçları olarak görüyorum. Devlet birini (bir yatırımını) korumak için büyük tehlikelere karşı büyük imkanlar seferber ederken neden diğerine yeterli olacak basit uygulamalardan geri kalmaktadır?

 

Kamuculuğun Diyeti

Türkiye’yi eğitim açısından değerlendirdiğimizde tam liberal ülkelere göre çok şanslı olduğumuzu görüyoruz. Çünkü eğitim masrafları devlet tarafından tamamen karşılanan fakültelere giriyoruz. ABD’de tıp eğitiminin 200.000 doların aşan ücretini karşılamak için alınan öğrenci kredileri meslek hayatının ilk 10 senesine kadar yayılabiliyor. Çoğu kez ailesinin maddi durumu imkân vermeyen kişiler sağlık çalışanı olmak için hemşirelik, teknikerlik gibi bölümlerde eğitim alıyor.

Türkiye’de devletin ödediği eğitimin diyeti ise kredi borçları değil DHY adını verdiğimiz Devlet Hizmet Yükümlülüğü…

Mantık olarak bakınca “ben sana yatırım yaptım, o zaman sen bana 300-400-500 gün çalışacaksın” gibi bir önerme ile devlet buraya yaklaşıyor. Devletten gelen yaklaşım böyle olunca hekimlerin bir kısmı da “o zaman ben diyetimi ödeyeyim sonra buradan gideyim” diyebiliyor.

Göç mevzusu çok etkenli ve derinlikli bir olgu, bunu tartışmaya çalışmayacağız. Fakat yaşanan sıkıntılara karşı göç kararı almış meslektaşlarımızın DHY’ye bu bakışı yaygın görünüyor. Herkes kamu eliyle okuduğunun farkında, hem hukuki hem de vicdani olarak diyetin ödenmesi bir zorunluluk görülüyor.

 

Kovanın Dibindeki Deliği Tıkamak

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; gerek hastane ortamında saldırıya uğrayan, gerek sorunlara karşı göç etmeyi çözüm kabul eden sağlık çalışanları üzerinden insan hazinesini kaybetmektedir. İkinci grubu güdüleyen şeyin, birinci grubun yaşadıklarını yaşamak istememesi olması aslında birinin çözülmesinin diğerini de ortadan kaldırabileceğini düşündürüyor.

Sağlık ordusuna her yıl binlerce yeni nefer katılıyor. Aldıkları eğitim için devletin harcaması, kişilerin verdiği emek, sıralarda ve nöbetlerde geçen yıllar…

Bunların hepsi hazinenin biriktiği kovanın ne kadar zor dolduğunu anımsatıyor bize. O yüzden dibinin delik olması ve insan hazinemizi kaybetmeyi kabul edemeyiz.

 

Uçağımız Kalkıyor Ama Nereye?

Biz savaş jetlerini düşünürken, uzman hekimleri mezun ederken uçak için son çağrıyı duyuyorum. Hayallerden ve hesaplardan çıkıp hareket etmenin vakti geliyor. Bagajımı yanıma alırken düşünüyorum; bu uçak nereye gidiyor?

Çözümlerin olduğu memleketimizin bir iline mi, yoksa yurtdışına mı? Bileti önceden aldığım için ben memlekete uçuyordum, ama herkesin bileti oraya olmayabilir. Olması için ne yapabiliriz onu konuşmak gerek.

Türkiye’nin kamu kaynaklarını kullanıp eğittiği, bu eğitimi tamamlamak için büyük emek veren insanların korunması yalnızca bir güvenlik meselesi değil aynı zamanda bir kamu ekonomisi konusudur. Can güvenliğini başka ülkelerde arayan meslektaşlarımızın biletleri de bu korunmasızlık tarafından kesiliyor.

Artık devletin bir adım atıp sağlık çalışanlarının iş güvenliğini ve huzurunu sağlama vakti geldi. Büyük beton blokların açılışıyla milyon dolarlık makinelere övgü ile sağlık sistemimiz nereye kadar gidebilir?

 

“İnsan hazinesini” korumak için adım atmanın zamanı artık.

Uçağımız da perona yanaştı. Sağ salim memlekette görüşmek üzere…