Prof. Dr. Günay Yılmaz Güngör, hocası Türkan Saylan'ı yazdı

Herkesin bir hikayesi vardır. Herkesin hikayesi yazılabilir. Bazı hikayeler insanlara yararlı, kayda değer bir miras oluşturur. Türkan Hoca da hayatta kaldığı zaman zarfına çok şey sığdırmıştır. Prof. Dr. Türkan Saylan'ın yaşamı boyunca bilime ve hayata kattığı enerjiyi ve rengi yansıtan bu hikayesi bana olduğu gibi diğer insanlara da örnek olacaktır. Dermatoloji ve Lepraya gönül veren hocamı bugün saygı ve özlemle anıyorum.

Onu tanımayan birisi bulunur mu bilemem. Herkes onu Lepra ile mücadele eden bir bilim insanı olarak tanımıştır. Gelmiş geçmiş en büyük bilim insanlarından birisi, sıra dışı ve olağanüstü yetenekli bir kadın, yüzüne baktığınızda hayatın ve yaşanmışlığın bıraktığı birikimin izleri... Prof. Dr. Türkan Saylan’ın annesi-babası kimdi, çocukluğu nasıl geçti, hangi şartlarda yetişti, neleri aştı da Prof. Dr. Türkan Saylan oldu? Bu konuda pek çok yazılar yazıldı ve ben bunlara burada değinmeyeceğim.

Türkan hocamı 1977 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalında asistanlık yapmaya başladığım zaman Lepra ile mücadele eden bir bilim insanı olarak tanımıştım. Kimse lepra hastalarına yaklaşamazken onun;hastalara yaklaşımına, maddi ve manevi desteğine, yaptığı bilimsel çalışmalarına hayran olmuştum. Hastaya, sadece hastalığı açısından bakmayan, hastayı biyopsikososyal çerçevede de görmeyi başarabilen, bilime ve eğitime gönül vermiş bir bilim insanı Sn. Saylan'ı tanıma ve onunla birlikte çalışma şansını elde ettiğim için çok mutluyum. Sn. Saylan leprayı (cüzzam) ülkemizden ve dünyadan silme yolunda büyük başarı sağlamış, bu alanda yaptığı çalışmalarla dünyanın sayılı Lepra otoritelerinden biri olmuştur. Gandhi Ödülü gibi birçok ödüle layık görülmüş ve ülkesinin, dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında olmayı hak ettiğine inanmış, cehaletle, çıkar ilişkileriyle savaşmaktan geri durmamış bir aydındır.

Birçok insanın tanımadığı kadar çok insanla birlikte, topluma ve insanlığa hizmet etmiş, herkese vefa duygusuyla bağlanmış bir dost. İnsanüstü bir çalışma temposuyla yıllardır halk sağlığı ve eğitimde çağdaşlaşma için, kadın ve insan hakları için, demokrasi için, ülkesinin ve insanlığın aydınlık geleceği için didinen bir Cumhuriyet kadını... Ve daha birçok, saymakla bitmeyen özellikleri olan güzel insan... O, benim için her zaman azmin, özverinin ve başarının sembolü olmuştur. Prof. Dr. Türkan Saylan hocamla birçok epidemiyolojik çalışmaya katıldım. Zevk aldığım ve hiçbir zaman unutamayacağım bir çalışmamızdan bahsetmeden geçmek istemiyorum.

Türkan Hoca'nın Lepra ile ilgili yaptığı bir sağlık taramasında Lepranın sık görüldüğü Doğu Anadolu Bölgesi'nden Malatya kentinin kırsal yörelerinde bu konuyu araştırmak için İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı ve Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyeleri ve asistanlarından oluşan bir ekiple (Prof. Dr. Türkan Saylan, Doç. Dr. Yıldız Tümerdem, Asistan Dr. Günay Yılmaz Güngör, Dr. Erol Çenesizoğlu, Dr. Oğuz Aygün, Hemşire Sultan Sendir) Malatya kentine gidilmeye karar verildi. 1979 yılının Nisan ayında Malatya kentinin kırsal bölgesinde bulunan bir köye gidildi. Bu köy(Zinan köyü); Pütürge ilçesine bağlı, kent merkezine 98 km uzaklıkta, toplam nüfusu 750 kişi(100'ü çocuk) olan bir köydü. Tek ve iki katlı toprak evlerde yaşayan ve üç sülaleden oluşmuş bir aşiret köyüydü. İlk kez hekimle ve sağlık ekibiyle karşılaştığını söyleyen, sağlık ünitesi ve sağlık öğelerinden, okul ve öğretmenin verebileceği eğitimden yoksun, okuma yazma oranı yaklaşık %10 olan ve sarp kayalıklarla çevrili dağ köylerinden biri idi.

Bizler bu köye ulaşmak için tek sıra halinde yürüyerek ve eşyalarımızı katırlara yükleyerek bir yanı sarp kayalık diğer yanı uçurum olan bu köye yaklaşık bir buçuk saat yürüdükten sonra vardık. Gördüğümüz manzarayı hiç unutamadım. Köy halkının hemen hemen hepsi lepralıydı ve acil hastalık halinde hastanın hastaneye ulaşması, özellikle kış aylarında da hekimin köye ulaşması imkansızdı. Köy kendi kaderine terk edilmişti. Yaşam fırsatı bulmuş olan çocuklarla erişkinlerin sağlık konumları benzerdi. Parazitozun, beslenme yetersizliği (malnutrisyon) ve gelişme geriliğinin yanı sıra lepra da bu topluluğu tehdit ediyordu. Lepranın ilk semptomu olan burun kanaması çocuklar arasında çok yaygındı.

Burada yaşayan insanlar hayvancılıkla uğraşıyorlardı ve elde ettikleri sütten nasıl faydalanacaklarını bilmiyorlardı. İshok otlu süt ve reyhanlı yoğurt, mısırla karışık buğday ekmeği onların başlıca besinlerindendi. Klinik olarak belirgin protein noksanlığı olmayan yaşam savaşını bir anlamda kazanmış çocuk ve erişkinlerde standartlara göre boyda gelişme geriliğinin olması hayvansal kaynaklardan nasıl faydalanacaklarını bilmediklerini yansıtıyordu. Ayrıca çocukların boyunlarında taşıdıkları muskalarla her türlü hastalık veya kazalardan korunmayı düşleyen ve koruyucu hekimlik hizmeti yaparcasına bir inançla bunu gerçekleştiren aileler çoğunlukta idi. Bizler orda kaldığımız süre içerisinde insanlara sütten peynir, muhallebi, yağ vb. ürünleri nasıl yapacaklarını öğretmenin yanı sıra sağlık eğitimi de verdik.

Türkan Hoca, lepralı hastalardan hiç korkmadan onlara sevgi ile yaklaşarak, onların kulak sayvanı ve alın gibi değişik yerlerinden yayma yaparak basil taraması yaptı ve tedavilerini düzenledi. O zamana kadar lepralı hastalardan korkan ve yaklaşmaya çekinen o dönemin genç asistanlarından biri olan ben, lepranın korkulacak ve çekinilecek bir hastalık olmadığını ve nasıl bir hoca olunacağını bu aydın bilim kadınından öğrendim. Aslında rahmetli Türkan Hocamdan çok şey öğrendim, bunlar saymakla bitmez. Ayrıca ondan öğrendiğim, unutamadığım bir konuyu daha paylaşmak isterim.

Hayatı, bazen acı veren ama daha çok keyifli iniş çıkışları olan bir yola benzetiyorum. Nasıl ki bir yolda ilerlerken ardında ne olduğunu bilmediğimiz tepelerle, virajlarla, tümseklerle karşılaşıyoruz, işte hayat yolunda da ardını göremediğimiz sıkıntılarla, nereden döneceğimizi kestiremediğimiz bizi oldukça zorlayan engellerle karşılaşıyoruz.

Hiç kendinize sordunuz mu; "Yaşam vizyonum nedir?" diye. Vücudun çeşitli organlarına yayılarak ölüme neden olan milyonda bir görülmesine rağmen ülkemiz için önemli parazit hastalıklarından olan "kist hidatik"le 45 yıldır mücadele eden ve zaman zaman umutsuzluğa düşen hem hasta hem de mücadeleci bir bilim insanı olan Türkan hocamla yaptığımız bir sohbet sırasında hayallerimden ve başarmak istediklerimden bahsederken; "Benim de en büyük hayalim yaşamak ve topluma hizmet etmekti ve onu başardım" demişti. O an çok utanmıştım ve avucumun içinden kayıp giden hayatıma baktığımda boş takıntılarla ne çok şey kaybettiğimi çok net görebilmiştim. Ondan sonra yaşam felsefemi değiştirdim.

 

Sizi her bakımdan örnek aldım Prof. Dr. Türkan Saylan. Ruhunuz şad olsun...

 

Prof. Dr. Günay Güngör

 

Hayat sana teşekkür ederim.

Bana güzel işler yapma gücü

Türkan Saylan

 

 

Etiketler
Türkan Saylan, cüzzam, lepra